
Bireysel ya da psikolojik olarak niteleye bileceğimiz şiddetin yanında daha büyük çapta, geniş kitleleri, grupları, kurumları en önemlisi de devleti kapsayan, sonuçları çok daha ağır olan sosyolojik bir şiddetin varlığı söz konusu. Bunun nedeni toplum, grup ve kurumların ekonomik ilişkileri ile bu ilişki içerisindeki konumlarıyla bağlantılı olan politik duruşlarıdır diyebiliriz. İlk paragrafta bahsettiğimiz bireysel şiddeti de tetikleyen en temel nedendir aynı zamanda. Karşılıklı bir nedensellik mevcut. Birey toplumu, toplum bireyi etkilerken oluşturdukları ekonomik, politik sistem ise her ikisini etkisine alıyor. Bu şekil süregelen bir döngünün önemli ve ayrılmaz bir parçası olarak şiddet yaşam bulmaya devam ediyor; farklı ortamlarda farklı şekillerde.
Erkeğin kadına, ebeveynin çocuğa, insanın doğaya; devletin halka, toplumsal grupların bir birine, halkın halka, bireyin bireye şiddeti artık kanıksanmış, adeta gelenekselmiş bir durum olarak karşımızda duruyor. Her ne kadar bu durumu lanetler görünsek de, meşrulaştırıcı ve yüceltici yaklaşımlara maalesef alet oluyor, zaman zaman bu şiddetin bir neferi olmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Ayrıca şiddetin ancak şiddetle durdurulabiliyor olması da acı bir ironiye neden oluyor.
Mevcut durumu ve nedenleri saymak bu kadar kolayken çözüm üzerine bir şeyler söylemek bir o kadar zor görünüyor. Belki de tersten bir evrimleşmeye ihtiyacımız var; belki o elmayı yemesek ya da ağaçlardan inmeyip mağaralardan çıkmasaydık; 'ben' ve 'benim' kavramlarını icat etmeseydik başka olurdu dünyanın hali...Kim bilir?