20 Ocak 2015 Salı

Bir Kadın Bir Erkek ve Bir Bıçak


Soğuk ama güneşli bir kış gününün sonunda, akşamın karanlığı çökmek üzere. Okul zili çalmış, öğrenciler büyük bir uğultuyla okulu boşaltıyor. Anneler çocuklarını bekliyor. Karanlıkta onları gözden kaçırmamak için pür dikkat kesilmişler. Soğuk yüzlerine vuruyor bir kırbaç gibi. Bekliyorlar can verdikleri küçük bedenlerin üşüyen ellerini tutabilmek için.

Ve aniden bir çığlık kopuyor, akşamın yeni çöken karanlığını yırtarcasına; kalabalığın içinden bir ok gibi gelen, cıvıldayan çocukların sesini kesen bir çığlık. İç yakan, yürek parçalayan bir çığlık. Ardından bağrışlar, ağlayan çocuklar. Bir adam koşuyor çocukların arasından; çığlıktan sonra, ağlayıştan önce... Ağzındaki sigarası ve elindeki kan damlayan bıçağıyla bir anneyi, bir kadını ardında bırakıyor; bin yıllık çirkinliğiyle. Kaçıyor... Ardından "tutun" diyen sesler, ama ölüme ne çare. Binlerce yıl önceden gelmiş, cennetten kovulanların çizdiği kader bir merasimle uygulanıyor yine
...


Yukarıda yakın bir zamanda gerçekleşen bir olayın betimlemesini yaparken kadına yönelik bu şiddetin nedeni hakkında da bir kaç satır yazmak yerinde olur.


Erkeğin kadına uyguladığı bu yoğun şiddetin, sürekliliğini, toplum tarafından kanıksanmış olmasını ve 'erkek devletin' vurdum duymazlığını göz önüne aldığımızda  gelenekselmiş bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun anlaşılması ve açıklanabilmesi için pek çok analiz yapılıyor. Ekonomik, sosyal ve psikolojik pek çok yönü olan bir durum. Her yönden ayrı ayrı değerlendirilip bir şeyler söylenebilir.


Şimdi insan dünyasında temel varoluşu sağlayan kadın erkek birlikteliği aynı zamanda ilk ayrışma olarak da kendi zıttı ile var oluyor. Sınıflı toplum üzerinde şekillenen erkek egemen sistem kadın üzerinde tam bir hegemonya kuruyor ya da öyle düşünüyor. Kendine verilen rol icabı, çocukluktan itibaren şişirilen egosu, güçlü ve hakim kişiliği ne kadar abartılsa da sınıflı toplum ve ekonomik sistem içerisinde gerçekte güç olamıyor. Bu mevcut toplumsal yapı içerisinde hayatı omuzlayamayan, çocukluktan kendisine atfedilen rolü oynamayan erkek kişilik egosunu, zayıflık ve zavallılığını şiddet üzerinden, ucuz kılıflar uydurarak kadına yöneltebiliyor. Yani avaz avaz "ben zayıfım" diye bağırıyor.


Kadın bu duruma göre konumlanmaya çalışıp savuna mekanizmaları oluşturmaya çalışsa da, örgütsüzlüğü sisteme müdahalesini engelliyor ve trajik bir sonuç olarak yetiştirdiği çocuklarla kendisi aleyhine var olan mevcut kültürün ve sistemin sürdürülmesinde de belirleyici bir rolü üstleniyor. Ama unutulmamalı ki hiç bir rol değişmez değildir ve hiç bir değişim kendiliğinden olmaz. 



"Ölüm 
bir namlunun ağzındadır
ve bir bıçağın ucunda 
bu kadar ucuzdur ayrılışlar
ve yazıldığı kadar da kolay"
                                                                Serhat

8 yorum:

  1. peki daha ne kadar devam eder ki bu döngü..

    YanıtlaSil
  2. Zor olan kısım da bu: döngünün kırılması. Bin yılların şekillendirdiği zihniyet ve sistem söz konusu. Kadının öncülük edeceği güçlü ve uzun soluklu mücadele, devrimsel büyük altüst oluşlar ancak bu döngüyü kırabilir diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. ÇOK GÜZEL BİR YAZI OLMUŞ.....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Kötü şeyler için iyi yazılar :)

      Sil
  4. Sizden umudettiğim yazı nihayet geldi.Haklısınız,bazı hemcinslerimiz yaradılıştan munis,kendilerini koruyacak gücü bulamadıkları gibi,karşı koyacak güvenleri de yok.Bizim toplumumuz gerekli konularda örgütleşemiyor.Aslında bireysel olarak haklarımızın farkında olmamız ve bu gibi trajik olaylarla ve çoluğu çocuğu darmadağın edecek sonlarla karşılaşmamak için,eş seçimine dikkat etmek gerekiyor.Bu tür erkeklerin de ucu bucağı olmayan bir dizi tedavilere ihtiyaçları var.Saygılar.

    YanıtlaSil
  5. yazınız oldukça güzel.Bu arada benim siteme uğramayı unutmayın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.. Blogunuza göz attım. Başarılar diliyorum.

      Sil

Yorumlarınızı seçeneklerdeki Anonim sekmesine tıklayarak kayıt olmadan yapabilirsiniz..