Karısının onu kapı önüne koyduğu
günden bugüne on iki uzun yıl geçmişti. Kırışmış derisi,
saçsız başı, ruhsuz bedeniyle yaşlı bir adamdı şimdi.
Eve arkasını döndüğü o günü
hatırlıyordu. Nasıl unutabilirdi ki, sürekli gözünün önüne
gelen bir fotoğraf olarak beynine kazınmıştı. Bir gece vaktiydi;
şafağa yakın, soğuk bir kış gecesi. Öyle ki ayağı tökezleyip
yere düşse beş dakikada donacak kadar buz kestiren bir gece.
Rıfat'ın yerinde içkinin dibine vurmuş, yetmemiş alemci
arkadaşlarıyla sokakta, bir varil içinde yanan ateşin titrek
ışığında içmeye devam etmişti. Bu kadarı ona bile fazlaydı.
Ayakta zor durur bir halde, sallanarak geldiği evinin kapısında,
ağlamaktan kızarmış gözleri, öfkeden gerilmiş yüzüyle karısı
karşılamıştı onu. Bacası tütmeyen evin soğunda kalınca
sarınmıştı kadın. Zaman ve mekânın ona reva gördüğü
ağırlığın altında iki büklüm bedeniyle kapı eşiğinde,
biraz soğuktan biraz öfkeden titriyordu. Koca bildiği adama
katlandığı yılların soğuttuğu kalbi içeride koyun koyuna
yatan iki küçük çocuk için atıyordu sadece.
"Nereden geliyorsan oraya git.
Allah belanı versin, yeter artık!"
Adamın karısından duyduğu son
cümlelerdi bunlar. Ağzından bir kelime bile çıkmasına izin
vermeden kapıyı suratına çarpmıştı. İzin verse de ne bir çift
laf edecek gücü ne de af dileyecek yüzü vardı. Kopması gereken
film orada kopmuştu.
Şimdi, şehrin diğer yakasına
geçerken bindiği feribotta o günü düşünüyordu. Ellerini
başının arasına almış her iki yakayı heyecanla izleyen,
resimleyen mutlu insanlar arasında içine çökmüştü. Azap içinde
ömrünün sonunu bekleyen bir adama benziyordu. O gece, o kapının
önünde bıraktığı erkeklik gururu umurunda olmamıştı. Onu
acıtan çocuklarından ayrı düşmesiydi. Katlanılması zor,
kabullenilmesi imkansız bir kalp acısı kalmıştı ona. Her anını
esir alan bir hasret içinde kıvranıyordu. Onca yıl geçmesine
rağmen hasret gün geçtikçe azalacağına öldürürcesine artan
bir özlemin sebebi olmuştu. Ama buna rağmen geri dönmek için bir
çaba sarfetmemişti. Edememişti, çünkü cesareti yoktu buna.
Hatalar bir pranga gibi yerine çivilemişti onu. Umut bile etmeden,
acısıyla yaşamayı tercih etmişti.
Suçlu olmak ve suçunun farkında
olmak pek çok şeyin önünü tıkamıştı. Hatalarını telafi
edebilecek güçten yoksundu. Bu yüzden uzaklaşmış, karanlık
kuytularda kaybolmaya çalışmıştı. Bir an önce azap halini
almış bu hayatın son bulmasını diliyordu. Artık bu ağırlığı
taşıyamıyordu. Vücudu ona oyun oynamıştı; bunca acı, sıkıntı
ve kötü koşullar içinde olmasına rağmen ne bir hastalığa
yakalanmış, ne de herhangi bir kazaya uğramıştı. Yaşam
intikam alırcasına onu yaşatıyor, her anını pişmanlıklarıyla
işkenceye çeviriyordu. Bitmeyen bir öyküydü hayatı. Ama her şeyin bir sonu olmalıydı; bu öykünün de; Uzak olmayan bir anda. Belki de hemen şimdi... Bunu yapabilecek gücü şimdi, tam burada hissediyordu. Sonsuza dek, hiç kimsenin onu bulamayacağı, hiç bir acının işlemeyeceği fikri içini huzurla doldurmuştu. Fakat yaşayanlara özgü bir huzur duygusu değildi bu.
Sonra akıp giden kıyıya bakışları kilitlendi. Çok uzun süren bir kaç saniye öylece durdu. Taki küçük bir kızın martıları besleyişi ile neşelenen insanların kahkahalarına sızan bir çığlık ve pervaneye takılan bir hayatın denizi kızıla boyadığı o ana kadar...
Sonra akıp giden kıyıya bakışları kilitlendi. Çok uzun süren bir kaç saniye öylece durdu. Taki küçük bir kızın martıları besleyişi ile neşelenen insanların kahkahalarına sızan bir çığlık ve pervaneye takılan bir hayatın denizi kızıla boyadığı o ana kadar...
No comments:
Post a Comment
Yorumlarınızı seçeneklerdeki Anonim sekmesine tıklayarak kayıt olmadan yapabilirsiniz..