Hayat ezen ezilen, sömüren sömürülen arasındaki mücadelenin ara renkleri ve ara duraklarında sürüyor. Geçmişten geleceğe uzanan, kesintisiz bir süreç. Bu süreçteki olgulardan biri de, farklı kulvarlarda, farklı coğrafyalarda öne çıkan, sembolleşmiş bireylerin varlığı. Kahramanlaştırılan, büyük bir bağlılığın bazen bağımlılığın objesi olan hatta tanrılaştırılan bireyler; varlığımızı onlara borçlu olduğumuzu, olmasalardı olamayacağımızı düşündüğümüz şahsiyetler. Her iki taraf için de geçerli bir durum. Ama bizi ilgilendiren ezenlerin, sömürgecilerin, zorbaların ve aldattıkları kesimlerin kahramanları değil ezilen, bin bir türlü baskının, zulmün, haksızlığın hedefi olmuş kitlelerin kah pratikte kah teoride öncülüğüne soyunmuş kişilikler.
Her ne kadar tarihsel süreç içerisindeki rolleri az yada çok abartılsa da, onları anmak insanlığımız açısından var olan umudumuzu tazelememize yardımcı olabileceğini düşünüyorum; sadece anarak değil anlamaya çalışarak da... Gerçi burada sistem içerisindeki karşıt toplum ve toplumsal yapıların birbiriyle olan çatışmaları nedeniyle pek çok şey gibi bu kahramanlık ve liderlik durumu da güçlü bir şekilde manipüle edilmiş, güçlü olanınki, herkesin kahramanı ve lideri sayılmış, tüm topluma empoze edilmek istenmiştir. Bu durumda nice katil ve zorba kahraman ilan edilirken onlarca fedakar, bilge ve öncü kişilik kendi toplumlarından gizlenmeye çalışılmış, çirkinliklerle yaftalanıp, düşman muamelesi görecek bir algının hedefi olmaları sağlanmıştır. Tamamen etkisiz hale getirilemeyenler ise sistem tarafından kullanılmak, bir rant kapısı ve psikolojik yozlaştırma aracı haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu durumda lider gördüklerimizin, kahramanlık atfettiklerimizin durumlarını genel insanlık değerleri açısından tekrar değerlendirmemiz doğru bir tavır olabilir.
Koşullar tarafından belirlenen ve çıkarlar çatışmasının aldatılmışlığında doğru liderlerin - ama bizim değil tüm insanlığın ortak çıkarları açısından- peşinden gitmenin önemi kadar zorluğu da ortadayken, karanlıktaki ışığı görebilmemiz için çıkar ve cehaletin de etkin rol oynadığı ilkel güdülerimizi değil, beynimizi ve yüreğimizi kullanmamız gerekiyor.
Thursday, February 26, 2015
Monday, February 9, 2015
Mübarek Toprak / Pearl S.Buck
Ne var ki şuan dünyada ekonomik ve buna bağlı olarak emperyal gücün sahibi olan "batı medeniyeti" tüm uygarlıkların merkezinde olduğu yanılsamasını bilincimize işlemiş durumda. Literatürümüzde egemen olan yazılı ve sözlü edebiyatın büyük çoğunluğu bu batı kültürü içerisinden gelirken en az batı kadar zengin ve kadim kültürlere sahip coğrafyalardan uzak kalmış, yabancılaşmışız. Her ne kadar iletişim çağında olsak da bu eksikliğimiz devam etmekte.
Bizim açımızdan karanlıklarda kalmış bu coğrafyalardan zaman zaman varlıklarını bize hatırlatan edebi eserler ulaşmış. Yakın zamanda zevkle okuduğum nobel ödüllü kadın yazar Pearl S. Buck'ın 'Mübarek Toprak' adlı eseri buna güzel bir örnek olarak kendini gösteriyor. Bizden binlerce kilometre ötede bir batılının gözünde Çin halkının sosyal yaşamı ve bizim de yabancısı olmadığımız toprakla mücadelesini etkileyici bir dille anlatan pulitzer ödülü almış bir roman. Bu romanda toprağın insan üzerindeki önemi, onun için yapılan mücadelelerle birlikte gelenekselleşmiş erkek kadın ilişkilerinin sorgulanışını da görüyoruz. Belki de asıl önemli olan yoksul bir küçük toprak sahibinin kıtlığın sebep olduğu bir altüst oluş zamanında büyük toprak sahibine dönüşümünü ve bu sınıfsal değişimin bireyin insana, dünyaya ve yaşama bakışını nasıl değiştirdiğini çarpıcı bir biçimde anlatması.
Emeğin toprakla mücadelesi ve bu emek üzerinden asalak bir yaşam sürenlerin hikayesini bir de Çin toplumundan okumak isteyecekler için kaçırılmaması gereken bir kitap.
-------------------------
Roman
Vatan Kitap
İstabul, 2006
296 sayfa
Subscribe to:
Posts (Atom)