10 Şubat 2017 Cuma

Denizden Gelen (Öykü)

Hazırlanmam uzun sürmedi. Çatlamış, lekelenmiş aynanın hayatım gibi yarım yamalak yansımasında süzdüm kendimi; yorgun gözlerimin, aklar düşmüş saçlarımın ve soluk yüzümün loş ışıktaki belirsizliği sahte bir teselliydi her zamanki gibi. Ucuz boyalarla saklamaya çalıştım yılların izini. Üzerimdeki eskimiş elbiseyi çekiştirip düzelttim. Şapkamı taktım. Son kez baktım kendime; beğenmesem de daha iyisinin olamayacağını biliyordum.

Uzun ve yorucu gecenin yorgunluğuyla sarmalanmış huzursuz ruhları ve yorgun bedenleri rahatsız etmemek için zamanın ağırlığında yıpranmış evde yavaş adımlarla yürüyordum. Ama bu, tahta kurtlarının delik deşik ettiği ahşabın gıcırtısını engellemedi. Kızlardan birinin mahmur sesiyle ettiği okkalı küfrü duymazdan gelip, dışarı çıktım.
Işık gözlerimi kamaştırdı. Önce yüzümü buruşturdum memnuniyetsizce, sonra öğleden sonrasının alçalan güneşinin altında derin nefesler aldım. Boğulmuşumda yeniden canlanıyormuşum gibi. Birkaç dakika bekledikten sonra şehrin güneyine, dalgaların çağırdığı, martıların oynaştığı yere yürümeye başladım. Hiç yolcusu olamadığım şehrin aceleci arabaları, taş yolda yolcularını taşıyordu. Beyefendiler ve hanımefendiler yolun her iki yanındaki uğramaya korktuğum tezgahlardan alışveriş yaparken oldukça keyifliydi. Caddeye açılan, karanlığını iyi bildiğim sokakların birinden aniden çıkan çocuklara çarpmamak için durdum; bir şeyleri yakalamak istercesine koşuyorlardı. "Mutluluk." Arkalarından bakarken aklıma gelen buydu. "Mutluluğu mu yakalamaya çalışıyorlar?" diye düşündüm. Ben yakalayamamıştım...
Acele etmeden yürümeye devam ettim. Şehri gün ışığında görmeyeli epey zaman olmuştu. Görerek, duyarak, hissederek yürüdüm uzun yolu. Her biri ayrı bir hikaye anlatan, kuytu köşelerden sızan kokular eşlik etti bana.
Elimdeki küçük kağıtta ismi yazan yeri bilmiyordum. Bir gece vakti, kıyak kafaların sersemliğinde, yüzünü bile hatırlamadığım adam tutuşturmuştu elime. "İki gün sonra, güneş batmadan..." diye not düşmüş, altına da sahilde olduğu aşikar bir adres karalamıştı. Birkaç kişiye sorduktan sonra yeri bulabildim. Kıyıda, derme çatma bir kafeydi. Müşteri bekleyen boş masalar, onları bekleyen yaşlı adam ve ben; başka kimse yoktu görünürde. Masalardan birine oturdum. Şaşırmış görünen yaşlı adam bir şey isteyip istemediğimi sordu. "İstemem," dedim. "Bekleyeceğim, mahsuru yoksa?" Cevap vermeden, sessizce yanımdan uzaklaştı.
Gelmekle doğru yapmış mıydım, bilmiyorum. Evdeki kızları düşündüm; henüz kalkmışlardır yataklarından. Geceye hazırlanıyorlardır şimdi. Bense adetim olmayan bir değişiklik yapmış, erkenden kalkıp bir kağıt parçasının peşine takılmıştım. Gelip gelmeyeceği belli olmayan bir adamı bekliyordum. Her zamanki gibi karanlık sokaklardan birinin köşebaşında, ya da alkol ve tütün kokusunun idrar kokusuna karıştığı ucuz bir mekanda olmak yerine, sevgilisini bekleyen genç bir aşık gibi gün batımında denize karşı oturmuştum. Gölgeler iyiden iyiye uzamıştı. Uzaklara, ufuk çizgisine bakarken hayatımın hep beklemek üzerine kurulduğunu fark ettim. Beklemek; en kısası bile çok uzundu, istenmeyen bir ömür gibi. Gözlerimi kapadım. Dalgaların ve martıların sesini dinledim. Kısa bir süre sonra düşlerimin ortasına insan sesleri karıştı. Ardı ardına kıyıya yanaşan irili ufaklı teknelerin etrafında, martıların da katıldığı bir curcuna başlamıştı. Sanırım masalar müşterilerine kavuşmak üzereydi.
Denizden gelen adamlar hoyrat şakaları, sert çıkışmaları ile birer ikişer masaları doldururken ıssızlık son bulmuştu. Yaşlı adamın gözleri gülüyordu. Çocuklarına kavuşmuş biri gibi heyecanla masalar arasında mekik dokumaya başladı. Masalara kurulan bu hırçın ve sert adamlar ete olan özlem ve düşkünlüklerini belli edercesine süzüyorlardı beni. Alışıktım buna ama yine de kalkıp gitmek istedim; eğer bana doğru hızla yaklaşan adamı görmesem daha fazla beklemeyecektim.

Uzun boylu, insan irisi, hırpani kılıklı adam kabalığından beklenmeyecek yumuşak bir öpücük kondurdu yanağıma. Elimi tuttu. Elindeki kağıda sarılı paketi uzatırken "Geldiğine sevindim," dedi. "Nedir bu?" "Sana, bir hediye. Uzaklardan." Ellerinin arasında kayboldu elim. Koca adımlarıyla arkasından çekiştirerek şehrin karanlık sokaklarına çekti beni. Acelesi vardı. Benim de. Bir müşteri daha bulabilmek adına işin kısa sürmesini umdum. 
Serhat Özcan
İstanbul 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı seçeneklerdeki Anonim sekmesine tıklayarak kayıt olmadan yapabilirsiniz..